Yüksek enflasyon, yüksek faiz, maliyet artışı, kârsızlık, daralan pazarlar… İş insanları mutsuz. Sadece onlar mı? Çalışanlar, emekliler, gençler, kadınlar… Toplumun hemen her kesiminde gülmeyen yüzler var.
Böyle bir dönemde ‘Umut’tan bahsetmek kolay değil.
Ama işte bu yüzden yazıyorum.
Güneyi Fransızlar, kuzeyi İngilizler, batısı Yunanlar, doğusu Ermeniler tarafından işgal edilen Anadolu, nasıl oldu da yeniden vatanımız oldu?
“Buraya kadarmış” diyen devlet adamlarının, “Fransızlar medeniyet getirir” diyen çiftçilerin, İngiliz Muhipler Cemiyeti kuranların, ABD mandasını kabul edenlerin olduğu bir toplumda bizi zafere ulaştıran kimlerdi?
Yokluğa, yoksunluğa, her türlü zor şartlara rağmen istiklalimizi sağlayanlar kimlerdi?
Elbette, yüreğinde umut ve inanç taşıyanlardı.
İş hayatımda defalarca ekonomik krizlerle karşılaştım. Her seferinde önderimiz Atatürk’ün şu sözünü hatırlayıp umut ve inancımı tazeledim:
“Umutsuz durumlar yoktur. Umutsuz insanlar vardır. Ben hiçbir zaman umudumu kaybetmedim.”
İlgi alanım gereği genç girişimcilerle, işim gereği iş insanlarıyla çok sık bir araya geliyorum. Hacı Sabancı OSB’de umudu olanlar başarı hikayeleri yazıyor.
Karataş’tan Yumurtalık’a, Kozan’dan Pozantı’ya nitelikli tarımın örneklerini sergileyen kooperatifleşerek güç birliği yapanlar umudumuzu artırıyor. Biliyor musunuz bu örnek yatırımcıların yanında umutsuzluktan, inançsızlıktan eser bulamıyorum.
Umutsuz olanlardan uzaklaşıyorum. Yapacaklarına inanan, umut taşıyanlarla aynı heyecanı yaşıyorum. Bu heyecan sürdükçe, umudum ve inancım daha da katlanıyor.
Türkiye, eşsiz zenginliklere sahip. En değerlisi ise insan kaynağımız. Bu kaynağın umudunu asla kaybetmemesi gerekiyor.
Bize gereken şey: Dayanışma.
Hemen ardından ise: Üretim. Ama bilgiyle…
Bugün türlü nedenlerle güven azalmış, belirsizlik büyümüş olabilir. Ancak ne iş yapılırsa yapılsın, verimlilik, dijitalleşme ve sürdürülebilirlik odaklı çabaların kazandığı bir dünya düzeni içindeyiz.
Örneğin tarımda bilgiye dayalı üretim, kooperatifleşme ve gençlerin toprağa dönmesi artık bir tercih değil, zorunluluk. Tarım sadece gıda değil, bağımsızlık demek.
Sanayi sadece üretim değil, istihdam ve güven demek.
Bu iki alan, birbirini tamamlayan iki stratejik damarımız. Ve bu damarları canlı tutmak hepimizin ortak meselesi.
Umudunu ve inancını kaybetmeyen kazanıyor.
Kriz anlarında gösterdiğimiz tavır, uzun vadeli karakterimizi belirliyor.
Bugün zor. Evet.
Ama yarın kolay olsun istiyorsak, bugünden umutla çalışmamız şart.
“Biz vazgeçmeyiz. Çünkü bizden sonrakiler için ayağa kalkmak zorundayız.”
İşte bu duruş, ekonominin gerçek temelidir.
Ve bu temel bizde hâlâ sağlam.
Zeytinyağının Elması: NALMES
Dünya, zeytinyağının en değerli yağ olduğunu artık kabul ediyor.
En lezzetli yemeklerin sırrı onda saklı.
Sağlık için ilaç, güzellik için kozmetik sektörünün vazgeçilmezi.
Ancak bu değerli ürünle ilgili en büyük sorun: Gerçek zeytinyağını bulmak!
Yani, benim gibi zeytinyağı tutkunu herkesin ilk aradığı şey: Güven.
Geçtiğimiz günlerde, dış ticaretin duayenlerinden sevgili dostum Turan Akın elinde şık bir şişeyle geldi. Şişenin içindeki ürün: Natürel sızma zeytinyağı. Marka ise: NALMES.
Turan Akın bu işe büyük bir titizlikle yaklaşmış. Zeytinler Ayvalık ve Memecik türü; özenle seçilmiş. Uluslararası Zeytin Konseyi’nin (IOC) kalite standartlarına uygunluk belgesi alınmış.
Yağın harika aromasını daha ilk tadımda fark ettik.
Peki “NALMES” ne demek?
Kafkas kökenli Turan Akın’a göre, ‘Nalmes’, o topraklarda “elmas” anlamına geliyor.
Amacı da bu zaten: Zeytinyağının dünyadaki elması olmak.
NALMES şimdiden birçok ülkeye ihracat yapmaya başlamış bile.
Türkiye’deki dağıtım içinse bazı e-ticaret platformlarıyla görüşmeler sürüyor.
Heyecanla bekliyorum.
YORUMLAR