Genetiği değiştirilmiş tohumlar, pestisitli meyve-sebzeler, yapay et tartışmaları…
Gıda arzı ve güvenliği bugün dünyanın en büyük sorunlarından biri.
Suni gündemler yerine odaklanılması gereken stratejik alan gıda.
Tarımsal üretimde Atatürk’ün modelini yeniden ele alarak Türkiye ekonomisine “çift haneli büyüme” kazandırabilir miyiz?
Tarladan sofraya israfı önleme ve sıfır atık uygulamalarında neredeyiz?
Endemik bitki zenginliğimizi ilaçtan kozmetiğe kadar neden değerlendiremiyoruz?
Uluslararası Güvenilir Ürün Zirvesi’nde; önceki dönem TİM Başkanı İsmail Gülle, Yaşar Holding Yönetim Kurulu Başkanı Feyhan Yaşar ve Nigella Yönetim Kurulu Başkanı Fatih Eke ile aynı panelde bu soruları tartıştık.
Güvenilir Ürün Platformu Başkanı Celal Toprak ve Genel Sekreter Elif Attepe, zirveyle sadece gıda güvenliği alanında paydaşları bir araya getirmiyor; aynı zamanda çözümler üretiyor, ödüllerle başarıyı teşvik ediyorsunuz.
Emeklerinize sağlık.
Bu kaçıncı yanan geri dönüşüm tesisi?
Bir şehir doğru yönetilmezse işte böyle oluyor.
Saatlerce karbondioksit soluduk.
"Alevler buraya sıçrayacak mı, şuraya gelir mi?' korkusuyla bekleştik.
Adana’da bir geri dönüşüm tesisi daha günlerce yandı.
Bu sektöre karşı değilim.
İstihdama katkısını, ihracat potansiyelini biliyorum.
Ama bu iş böyle dağınık, kontrolsüz ve sorumsuz yapılamaz!
Artık şart:
Tüm geri dönüşüm tesisleri, şehir dışında, tarım arazilerinden uzak, altyapısı güçlü, arıtması olan, itfaiye ve çevre güvenliği entegre edilmiş bir yerde toplanmalı.
Bir 'Geri Dönüşüm OSB' kurulur, bu sektörde üretim yapmak isteyen herkese sadece bu adres gösterilir. Ve bunun dışında üretime katiyen izin verilmez.
Yazık bu bereketli Çukurova topraklarına…
Günah değil mi yanan canlılara, dumana boğulan çocuklara?
Hava kirleniyor. Ciğerlerimiz kanserojen gazla doluyor.
İtfaiye, orman teşkilatı, emniyet güçleri...
TOMA’sıyla, tankerleriyle, helikopteriyle saatlerdir bu ihmali telafi etmeye çalışıyor.
Peki bu yük sadece onlara mı düşmeli?
Yerleşim yerlerine, stratejik sanayi tesislerine çok yakın daha onlarca geri dönüşüm tesisleri var.
Sayım Valim,
Konu acil olarak bir kriz masası kurulmasını gerektirmiyor mu?
Atatürk, Adana Kebabı’nı ne zaman, nerede yedi?
Atatürk, Adana'yı farklı tarihlerde 9 kez ziyaret etti. Günlerce kaldığı bilinen bu ziyaretlerinde Adana kebabı yememiş olması mümkün mü?
Buna dair bir bilgi yoktu.
Ta ki…
Adana’nın efsane fotoğrafçısı Gaston Mizrahi’nin oğlu Albert Mizrahi, aile albümünü “Dünden Bugüne” adıyla kitaplaştırana kadar…
Yer: Yağ Cami’nin yanı, Kebapçı Silo.
1931'in Şubat'ı.
U masada devlet erkânı, sofrada bakır sahan, tırnak pide, sumaklı soğan, turp ve turunç…
Kebaplar geldi. Herkes Ata’nın başlamasını Atatürk ise çatal bekliyor.
Yaveri kebap ustasını çağırıyor. Usta net konuşuyor:
“Paşam, kebabın servisi, çatalı kaşığı olmaz. Pideden koparırsın, kebabı yatırırsın, soğanı yorgan gibi örtersin, turunç sıkarsın. Ağzına götürürsün, dudağının iki kenarından yağ sızar!”
Atatürk tebessüm eder:
"Haydi efendiler! Elle yenirmiş bu... Öyle yiyeceğiz.”
Gülüştüler...
ABD’den ‘Antep Fıstığı’ gelecek
Verim düşünce baklava üreticileri Antep fıstığı ithalatı istedi. Ekonomi yönetimi hazır bekliyordu, izni hemen verdi.
Artık baklavanın ‘Antep fıstığı’ ABD’den gelecek.
ABD, fidanını bizden aldığı Antep fıstığında bugün dünya lideri. Onlar yılda 1 milyon 100 bin ton üretiyor, biz 240 bin ton. Dekar başına verimleri 305 kilo, bizde sadece 52 kilo.
Kimse “Neden verimimiz bu kadar düşük?” diye sormuyor, sorgulamıyor. Kimse “Bu yıl da baklavayı fıstıksız yiyelim” demiyor.
Üretimimiz verimsiz, tüketimimiz hesapsız…
Gidiyoruz bakalım, gittiğimiz yere kadar.
Adana’nın kasabasında 10 ülkenin konsolosluğu vardı
1900 yılıydı.
Mersin, henüz Adana’nın bir sahil kasabasıydı. Ancak o küçük liman kasabasında, o dönem İngiltere, Fransa, Macaristan, Belçika, İspanya, İsveç, Rusya, İran, Norveç ve Portekiz gibi 10 ülkenin konsolosluğu bulunuyordu. Fahri olanları saymıyorum bile. Düşünebiliyor musunuz? Bir kasabada bu kadar uluslararası temsilcilik…
Bu tablo, Çukurova’nın ekonomik ve diplomatik potansiyelinin de bir göstergesiydi.
Bugüne geldiğimizde ise durum çok farklı. Adana’da, fahri olmayan yalnızca bir konsolosluk kaldı: Amerika Birleşik Devletleri’nin. Elbette bunda İncirlik Üssünün önemli bir rolü var. Bu şehir, sadece sanayisiyle, tarımıyla değil; diplomasi sahnesinde de var olmalı.
Bu akşam, ABD Adana Konsolosluğu’nun düzenlediği “Güz Resepsiyonu”na katılma fırsatımız oldu. Yeni görevine başlayan Konsolos Eric R. Mehler ile tanıştık. Oldukça sempatik bir kişilik. Konuşmasını Türkçe yapmayı tercih etmesi, davetliler arasında memnuniyetle karşılandı.
Girişimcilik Ekosistemi Derneği Başkanı Esra Özden, ABD Büyükelçiliği desteğiyle pademi sürecinde hayata geçirdiği 'Dijital Kuluçka Merkezi'yle sohbetlerin ana konusu oldu.
Resepsiyona, konsolosluğun değerli çalışanlarının yanı sıra; sanayicilerden akademisyenlere, yerel yöneticilerden sivil toplum temsilcilerine kadar geniş ve seçkin bir davetli grubu katıldı.
Umarım Adana, gelecekte yeniden birden çok ülkenin temsil edildiği, diplomatik haritalarda daha görünür bir şehir olur. Çünkü bu şehir, tarih boyunca olduğu gibi, bugün de bunu fazlasıyla hak ediyor.
Adana Çağdaş Sanat Fuarı’nı gezdim
Zaman ağır burada. Natürmortlar sessiz bir dua gibi... Portreler, gözlerimin içine bakıyor, soyut resimler, aklımı yoldan çıkarıyor. Enteriyörler sanki evlerin içini değil, ruhların odalarını açıyor önüme…
Devrim Erbil’in çizgileri, Bedri Baykam’ın renkleri, Abidin Dino’nun kalemi, Hikmet Çetinkaya’nın fırçası… Birbirinden uzak görünen ama aynı dile hizmet eden ustalar, 62 sanat galerisinin yükünü taşıyan duvarlarda bir araya gelmişler...
Belki de bir daha bu kadar yakından göremeyeceğim güzellikler... Fotoğraflarını çekerken adeta her biriyle konuştum.
Dostlarım Yasemin Uzunca ve Ayşe Kenger Bedir’in eserlerinde tanıdık bir nefes buldum. Mozaik sanatçımız Neriman Güzel'in yeni eserlerine dokundum. Genç ellerin cesur vuruşlarıyla, yılların ustalığından damlayan dinginlik yan yanaydı. Amatörün hevesiyle profesyonelin bilgeliği, bin beş yüz sanatçının imzasında ortak bir kalp gibi atıyordu.
Fuarda yalnızca tablolarla konuşmadım. Artconsept’in koordinatörü Selmani Baki Kocaispir’in heyecanını dinledim. MRS Fuarcılık’tan Hakan Doğramacı’nın emeğini gördüm. Ve öğrendim ki Adana Valisi Yavuz Selim Köşger bu buluşmanın en büyük destekçisiymiş.
Ankara’dan gelen Çetinkaya Sanat Galerisi’nin yöneticisi Yüksel Çetinkaya, standındaki yoğunluğu göstererek şunu söyledi:
“Adanalı sanatı seviyor. Adana tarımın ve sanayinin şehri olabilir ama sanat, yalnız bireyleri değil, şehirleri de iyileştirir.”
Hak verdim. Çünkü sanat, aslında bir şehre en çok ihtiyaç duyduğu şeyi hatırlatır: İyileşmeyi.
Ve biz, gerçekten, buna çok muhtacız.
Mersin, hata yapar
Ekonomi gazeteciliğinde 36’ncı yılım.
Bunun 6 yılı bir meslek odasında geçti. Bu nedenle “odacılığı” iyi bilenlerden olduğumu söyleyebilirim.
Üstelik, Ekonomi Gazetecileri Derneği üyeleri olarak pandemi döneminde her gün bir vilayetimizin oda başkanıyla video konferansla buluştuk. İstanbul’dan Van’a, Adana’dan Trabzon’a, Tekirdağ’dan Ağrı’ya, İzmir’den Hakkari’ye…
Her birine şehirlerinin ekonomilerini, gelişim projelerini ve faaliyetlerini sorduk.
O süreçte çok başarılı odalara tanık olduk.
Bursa Ticaret ve Sanayi Odası bunların başında geliyordu.
Şehre nitelikli insan kaynağı kazandırmaktan teknoloji yoğun ihracatı artırmaya, TOGG’un Bursa’da konumlanmasından ‘Uzay Havacılık Eğitim Merkezi’ne kadar birçok önemli gelişmede Bursa TSO’nun imzası vardı. Çünkü Bursa TSO, bölünmemiş ve güçlü bir odaydı.
Bugün Ekonomi gazetesinde Mersin’le ilgili bir haber okudum.
Kentin TSO üyelerinin bir kısmı ayrılıp “Sanayi Odası” kurmak istiyormuş. Bu girişimde bulunanlara önce nezaketle şunu söylemek isterim: Kusura bakmayın ama bu, Mersin’e yapılacak en büyük kötülük olur.
“Bir de sanayi odamız, başkanımız, yönetimimiz, meclisimiz olsun” anlayışıyla çıkılan bu yol, Mersin’i bırakın sanayide geliştirmeyi, diğer alanlarda da geri götürür. Türkiye’nin sanayi yoğunluğu açısından her zaman ilk 5’te yer alan Bursa bile sanayi odası kurmaya yeltenmezken, Mersin’in bölünmeye bu kadar istekli olması gerçekten düşündürücü.
Ben bu girişime öncelikle Mersin ekonomi aktörlerinin sonra Mersin'i sevenlerin en son da TOBB yönetiminin izin vermeyeceğini, vermemesi gerektiğini düşünüyorum.
Ne gülebiliyorum, ne kızabiliyorum.
Sadece üzülüyorum.
Geleneksel lezzetlerimiz Reis’le global pazarda
Her çiftçi, ürettiği ürünü Reis’e satamıyor. Çünkü Reis, Anadolu bakliyatını seçip sadece en kalitelisini alıyor. Zira Reis’in tüketicisi da o etiketi gördüğünde en iyisini bekliyor.
Bu yüzden Reis'te işler kolay değil. Titizlik, vazgeçilmez şart. Hemcinslerim alınmasın ama bu titizlik biraz da kadın işi.
Reis Gıda Yönetim Kurulu Üyesi Işılay Reis’le konuştum.
“Bakliyatta inovasyon olur mu?” dedim.
Olurmuş. Zaten yapıyorlarmış da.
Anadolu’nun nohudu, mercimeği, karabuğdayı…
Glütensiz, yüksek proteinli, lif zengini un haline getiriliyor ve dünyanın 26 ülkesinde sofralara ulaştırılıyormuş.
Geleneksel lezzetle global pazarda rekabet etmek…
Bunu her markamız, her ürünümüzle başarmak zorundayız.
"Sağ ol Reis."
YORUMLAR