Her işe bakan 'Bakanlık'!
MEHMET ULUĞTÜRKAN

MEHMET ULUĞTÜRKAN

[email protected]

Her işe bakan 'Bakanlık'!

23 Ekim 2025 - 16:16

Evcil hayvanınıza çip mi taktıracaksınız?

Tarım İl veya İlçe Müdürlüğü’ne gideceksiniz.

Tarımsal destek mi alacaksınız?

Yine oradasınız.

Marketiniz tarihi geçmiş sucuk mu satıyor?

Şikâyet merciniz yine orası.

Aynı müdürlük…

Orman yangınını da söndürecek, gıdayı denetleyecek, çiftçiyi eğitecek, tarımsal sulamayı yönetecek, iklim krizinin getirdiği sorunları da çözecek!

Sonra soruyoruz:

Neden orman yangınlarını büyümeden söndüremiyoruz?

Niye sucuk bozuk?

Niye çiftçi zor durumda, su kuruyor, üretim düşüyor?

Tarım, gıda, orman, su…

Bir ülkenin dört stratejik can damarı.

Biz bu damarları aynı atar damara bağlamışız. Biri tıkanınca, hepsi morarıyor.

Bu yapı böyle yürümüyor.

Tarım ve Orman Bakanlığı en az üçe bölünmeli.

Tarım-gıda, orman-ekosistem, su-iklim.

Eğer hedef verim, güven ve sürdürülebilirlikse, bu önerim mutlaka değerlendirilmeli.

Katılıyor musunuz?

 

Bakliyatta inovasyon olur mu?

Her çiftçi, ürettiği ürünü Reis’e satamıyor. Çünkü Reis, Anadolu bakliyatını seçip sadece en kalitelisini alıyor. Zira Reis’in tüketicisi da o etiketi gördüğünde en iyisini bekliyor.

Bu yüzden Reis'te işler kolay değil. Titizlik, vazgeçilmez şart. Hemcinslerim alınmasın ama bu titizlik biraz da kadın işi.

Reis Gıda Yönetim Kurulu Üyesi Işılay Reis’le konuştum.

“Bakliyatta inovasyon olur mu?” dedim.

Olurmuş. Zaten yapıyorlarmış da.

Anadolu’nun nohudu, mercimeği, karabuğdayı…

Glütensiz, yüksek proteinli, lif zengini un haline getiriliyor ve dünyanın 26 ülkesinde sofralara ulaştırılıyormuş.

Geleneksel lezzetle global pazarda rekabet etmek…

Bunu her markamız, her ürünümüzle başarmak zorundayız.

"Sağ ol Reis."

 

Yerel gazete almazsak ne olur?

Tam mevsimindeyiz. Buna rağmen 5 adet mürdüm eriği: 50 TL. Bir yerel gazete: 5 TL.

Günlük bir adet yerel gazete almazsanız, yarım kilo mürdüm eriğine 50 lira vermek zorunda kalırsınız.

Çünkü denetimsizlik pahalıya patlar.

Günde 10 TL verip bir yerel gazete almazsanız, mahallenizin çukuruna düşen arabanızın tamiri için 10 bin TL ödersiniz.

Çünkü haber olmazsa, hizmet de olmaz.

Yerel gazete okumazsanız, yaşadığınız şehrin nasıl yönetildiğinden haberiniz bile olmaz.

Sesiniz duyulmaz.

Özgürlüğünüz kısıtlanır.

10 yıl önce sayısı binlerle ifade edilen yerel gazetelerden bugün sadece 100 civarında kaldı.

Bazı şehirlerde sadece 'bir' yerel gazete yayınlanıyor.

Bir şehir sadece bir gazeteye kalmışsa… O şehirde neler eksilmiş olabilir, hiç düşündünüz mü?

Siz yaşadığınız şehirde üç yerel gazetenin adını sayabiliyor musunuz?

 

‘Tırnakçı’ mı, ‘Kitapçı’ mı?

Kitapsan, Adana’nın en değerli markalarından biri.

Mersin’deki yükselişini de gururla izliyoruz.

Çukurova’da kitapla en nezih ortamda buluşmamızı sağlayan Kitapsan’ın, Gazipaşa’daki iki mağazası da ayrı bir semboldü.

Biraz önce oradan geçerken içim burkuldu. Mağazalardan biri kapanmış, yerine bir 'tırnak stüdyosu' açılmış.

Hemen Kitapsan’ın sahibi, kıymetli dostum Ergün Söyümez’i aradım.

Mevcut yerin üst katını da birleştirip çok daha ferah, daha kullanışlı bir mağazaya dönüştürdüklerini söyledi.

Doğrudur. Artık Gazipaşa’da iki değil, daha fonksiyonel bir Kitapsan’ımız var.

Ama ne bileyim...

25 yıldır kitap aldığım mağazanın yerine güzellik sektörüne dair bir işletme görmek içimi cız ettirdi.

Bu arada güncel verilerle hatırlatayım:

Türkiye’nin yıllık kitap pazarı yaklaşık 20 milyar TL.

Kozmetik ve güzellik sektörü ise 200 milyar TL’yi aştı.

Bilime, dimağa, sanata 20… Göğüse, dudağa, tırnağa 200 milyar.

Yani, sadece neye harcadığımızı değil, kim olup neye dönüştüğümüzü de gösteren bir tablo bu.

Gidelim bakalım… Gittiğimiz yere kadar.

 

Balın ‘tozunu attırarak’ kazanıyor!

Anavarza Bal Genel Müdürü Can Sezen, geçtiğimiz hafta dünyanın en prestijli gıda fuarlarından Anuga’daydı. Bugün Adana Lezzet Festivali’ndeki standında karşılaşınca, “Fuar nasıl geçti?” diye sordum.

“Fransa, Belçika ve İsviçre’ye bayilik verdik,” dedi.

Yıllar önce aynı sahneyi paylaştığımız bir panelde, “Balda Avrupa’yla rekabet edemeyiz,” demişti.

Merak ettim, “Ne değişti?” dedim.

“Hâlâ edemiyoruz,” diye yanıtladı.

Peki o zaman, Avrupa’daki üç bayilik neyin nesi?

“Bu bayiler, Anavarza Bal’ı ülkelerindeki Türklere ürün sunan zincir marketlere satacaklar,” dedi.

Yani, Avrupa’da Türk balının tadını özleyenler artık Anavarza ile memleket hasretini giderecek.

Peki Türk balı, Avrupa’da gerçekten rekabetçi olabilir mi?

Can Sezen’e göre üç adım şart:

1️) Türkiye’nin çiçek florası zenginliği kamu desteğiyle dünyaya tanıtılmalı.

2️) Arıcı, sadece bal değil; arı zehrinden polene katma değeri yüksek ürünlere yönelmeli.

3️) Sahte bal denetimleri sıfır toleransla yürütülmeli, Türk balının güvenilirliği güçlenmeli.

Ballı cipsle bal şerbetini yudumlarken aklıma geldi:

“Toz bal üretiminde durum nasıl?” dedim.

“Ev dışı ürünlerde en yüksek ciroyu toz baldan yapıyoruz,” dedi.

Köln’deki fuarda da yoğun ilgi görmüş. Çikolatadan mama üreticilerine kadar birçok markayla görüşmüşler.

Zaten Anavarza, toz balı Türkiye’de ilk üreten marka.

Ve küçük bir not: Godiva’nın ballı çikolatalarında Anavarza’nın toz balı kullanılıyor.

İşte bu yüzden,

Onlar çalışıyor, biz gururla övünüyoruz.

 

Taş değirmen mi vicdan mı?

“Unu taş değirmenden alalım, ekmeği taş fırından yiyelim.”

Kulağa hoş geliyor.

Ama ya gittiğiniz taş değirmenin taşı yapaysa?

Hijyen yoksa? Standartlardan uzaksa?

Taş körlenip unu yakıyorsa?

Ya da taş fırında pişen ekmek için atık motor yağına batırılmış talaş yakılıyorsa?

Mürekkebi kimyasal gazeteyle tutuşturulan ateşin külü hamura karışıyorsa?

Dün Adana Lezzet Festivali’nde Sunar Yatırım’ın standında düzenlenen “Buğdayın Yolculuğu” sunumunu dinledim.

Sunar Yatırım Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Çomu, Prof. Mehmet Sertaç Özer ve Nesrin Karataş un ve ekmeği anlattılar.

Unun sadece buğdayı öğütmekle değil, bilimle, özenle, aşkla üretilebileceğini, ekmeğin de bilim ve sevgiyle pişirilebileceğini hatırlattılar.

Sanayiciliği tam 50 yıl önce unla başlayan bugün tarımsal ürünlerden yüzlerce farklı üretim gerçekleştiren Sunar Yatırım’ın Osmaniye’deki tesislerinde her gün 400 ton buğday işleniyor.

Tarladan gelen buğday analiz ediliyor, yabancı maddelerden arındırılıyor, yıkanıyor, kurutuluyor, tavlandırıyor, öğütüyor, ambalajlanıyor…

El değmeden.

Her aşaması laboratuvarla, denetimle, bilimle, sevgiyle, titizlikle...

Ve 50 yıllık aşkla.

Dahası...

Doğallık taş değirmen, taş fırınla değil, bilim ve yumuşacık vicdanla gelir.

 

İyiler yüzü hürmetine dönen dünya…

Değerli dostum Yaşar Yiğit aradı:

“Adana Galatasaraylı Yönetici ve İş İnsanları Derneği (1905 ADANA GSYİAD) olarak bir etkinliğimiz var, gelir misin?” dedi ve davetiyeyi gönderdi.

Dernek, özel çocuklarımıza tuval ve boya vermiş. Onlar da “Galatasaray” sevgilerini resimlerle anlatmışlar.

Bugün o çocuklarımızın yaptığı resimlerden oluşan sergiyi dolaştık.

Galatasaray da jest yapmış, en son kazandığı şampiyonluk kupalarını göndermiş. Kupalara çocuklarımızla birlikte dokunduk.

İşi gücü unuttuğum, yüzlerdeki tebessümlere ortak olduğum, kalbimle gezdiğim bir saat yaşadım.

Kendimi meleklerle cennette hissettim.

Mesela Selin Naz Özcan’la tanıştım.

Yaptığı resmi çok beğendim; üstelik beni jimnastik gösterisine davet etti.

Dernek Başkanı Ahmet Şen’le tanıştım, arkadaşlarım Tansel Ün ve Ayşe Öztekin Girgin’le karşılaştım.

Adana Arkeoloji Müzesi, bugün “Melek Kalplerin Sarı Kırmızı Hayalleri”yle süslüydü.

Yeryüzü; özel çocuklar ve onlarsız olamayan, fedakâr anne babalarla güzel.

Onlar olmasa, dünya dönmez zaten… Babam da böyle derdi. İyilerin yüzü suyu hürmetine dönüyor bu dünya...

Bu yazı 240 defa okunmuştur .

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Henüz Yorum Eklenmemiştir.İlk yorum yapan siz olun..

Son Yazılar