Hayat, hikâye bırakmaktır…

Hayat, hikâye bırakmaktır…

Refleks yazarı Ergin Turan, Sabancı Ailesi fertlerinden verdiği örneklerle ‘Hayatın hikâye bırakmak’ olduğunu anlattı. “Evren hikayelerden yapılmıştır, atomlardan değil” diyen Muriel Rukeysere ait cümleyi hatırlatan Turan’ın yazısı…

19 Eylül 2025 - 14:13

 

 

Hayat, ‘bir hikâye oluşturabilmek, ardında hikayeler bırakabilmek’ demek.

Her insanın, her şehrin kendine özgü hikayeleri olur.

Adana’ya yolculuğu babası Hacı Arap Sabancı’nın vefatıyla başlayacak olan Hacı Ömer (Ağa) bu güzel hikayeleri oluşturanlardan… Kayseri’nin Akçakaya köyünden Adana’ya iş bulmak ümidiyle yaya olarak geliyor... 1925 yılında Adana’ya yerleşiyor. Pamuk ticaretinden, çırçır fabrikasına birçok alanda ilkleri gerçekleştiriyor. 1943 yılında ‘Yağsa’ fabrikasına ortak oluyor. 1946’da Marsa fabrikasını satın alıyor. 1948 yılında Akbank'ı kuruyor. 1949 yılında Çukurova'dan bin hektarlık arazi satın alması vizyonunu ortaya çıkaran aromalardan. 1950'de Bossa Un ve Çırçır Fabrikası, 1951'de Bossa Tekstil Fabrikası'nı açıyor. Yaya başlanan bu yolculuk, yalnız ailesine değil Türkiye’ye birçok hikâye ve değer bırakıyor. “Binlerce kilometrelik yollar bile bir adımla başlar” diyen Lao Tzuyu doğruluyor.

Diğer hikayeleri orijinal haliyle sizlere Sakıp Sabancı’nın ağzından sunmak istiyorum. Sabancı birinde ‘Ciğerci Recep Usta’yı, diğerinde ‘Dizelci Mehmet’i uzun uzun anlatıyor:

“Köylü pamuğunu arabalara ve o zaman pek az olan traktör römorklarına yükleyerek gece serinliğinde Adana’ya getirdi. Pamuk sabah gün ışırken satılırdı. Çünkü, köylü güneş yükselmeden, serinlikte arabasına atlayıp köyüne geri dönerdi. Bu günlerde ben de akşam yatarken saati kurar, sabah gün ağarmadan yola düşerdim. Pamuk alımlarına Sinan Bosna ile birlikte giderdik. Sabah kahvaltı etmediğimizden, pamuk alımı bitip, Bossa fabrikasına işbaşı yapmaya dönerken karnımız acıkırdı. Yol üzerinde Ciğerci Recep’le dost olduk. Ciğerci Recep, kara bıyıklı, ayağında şalvarı olan, Adana lehçesi ile konuşan, yüzü güneşten yanmış, kara yağız bir gençti. Eskimiş iki at arabası tekerleğini kullanarak derme çatma bir tezgâh yapmıştı. Tezgâhın üzerinde bir tarafı açık üç taraflı bir camekân vardı. İçinde ekmekler, soğan ve ciğer asılı olurdu. Camekânın açık yanından sinekler içeri dolar, Recep bu duruma pek aldırmazdı. Önünde küçük bir mangal, Adana’nın sıcağını biraz daha artıracak şekilde kor gibi yanardı. Kocaman kara saplı bir bıçak ile ciğerleri bir tahta üzerinde doğradıktan sonra, mangalın üzerindeki ızgarada çeviren Recep’in önünde devamlı bir kalabalık bulunurdu.”

Sabancı bir başka anısına şöyle devam ediyor:

“Adana’da sanayi denilince pamuğun çekirdeğini çıkaran çırçır makineleri ve un değirmenleri akla gelirdi. Tabi böyle bir dönemde teknik eleman bulmak önemli bir sorun teşkil ediyordu. Makineleri çalıştırmaktan önce elektrik bulmak gerekiyordu. Şehir cereyanı sık sık kesildiğinden, her tesiste bir jeneratör grubu vardı. Bu jeneratör gruplarını işleten ustalar, Adana’nın en kıymetli teknik elemanları idi. Bunlara 'dizelci’ denilirdi. Dizelci Mehmet’in de ‘iyi dizelci’ olarak namı çıktığından babam Hacı Ömer onu Bossa’ya almış, jeneratör grubunu ona teslim etmişti. Dizelci Mehmet Ağa, kısa boyu, şişman vücudu, her zaman giydiği kara şalvarıyla gerçek bir köylü tipinde idi. Sakalının, bıyığının altında yüzü, ağzı, burnu zor görünürdü. Boncuk boncuk gözleri, yuvalarında fır dönerdi.

Derken, Adana şehrinin enerji sorunu çözüldü. Barajlardan düzenli elektrik gelmeye başladı. Fabrikalarda elektrik üreten jeneratör gruplarının devamlı çalışmasına ihtiyaç kalmadı. Bazı fabrikalar bunları kesinti halinde kullanmak amacıyla sakladılar. Tabii bu duruma biz sevindik ama Dizelci Mehmet Ağa yıkıldı. Çünkü onun önemi, sebebi hikmeti ortadan kalkmıştı.

Fabrikanın yöneticileri onu, bir bölüme ustabaşı gibi bir pozisyona getirmişler. Eskiden kendi olmazsa fabrikanın çalışmayacağına inanan bir kişinin birden böyle bir işe yaramaz hale düşmesi yıkılmasına sebep oldu. O şişman, tombalak Dizelci Mehmet Ağa zayıfladı. Dal gibi oldu. Neşesi kaçtı… Bir süre sonra geldi, köyüne dönmek istediğinden söz etti. Israr etti isek de ikna edemedik. Bizi bırakıp gitti. Bir daha da görünmedi. Teknoloji, ilerleme, ülkedeki kalkınma, 'o olmazsa olmaz’ sanılan bir adamı, 'lüzumsuz’ hale getirmişti.”

Beni etkileyen bu hikayeleri seçme nedenim bugün gastronomi ve sanayi şehri olan Adana’nın bu satırlarda yeniden kendini araması ve bulması.

Sabahları aç karnına yollara düşen Sabancı hikayeleri gibi nice güzel hikayelerimiz var biliyorum. Sabırla, emekle, dikkatle bu hikayelerin büyüyüp kulağımıza geleceği günleri bekliyorum, daha güzel olacak biliyorum.

 

Sanayi anlamında güzel gözlemler içeren Dizelci Mehmet’in anlatıldığı hikâye, teknoloji ve kalkınmayla değerini yitiren bir insanı tasvir ederken bize hayatın içindeki güçlü akışı anlatıyor.

Görüyoruz ki nerde olursak olalım, bu güzel şehre, ülkeye katacak hikayelerimiz var.

Şehre 18 yıldır kimi zaman hikâye avcılığı ile kimi zaman farklı kurgularıyla güzel hikayeler bırakan Refleks gazetesini tebrik ediyor, Adana’dan Türkiye’ye, insanlara, şehre ve hayatımıza dokunan yeni hikayelerini sabırsızlıkla bekliyorum.

Bu haber 55 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Henüz Yorum Eklenmemiştir.İlk yorum yapan siz olun..
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR x
Dostlar tarlada görsün
Dostlar tarlada görsün
Yaprakların ardında gizli hüzün
Yaprakların ardında gizli hüzün