Klişedir, çoğumuzu sinirlendirebilir ama unutmayalım: Kriz zamanları, fırsatların büyük kazanca dönüştüğü anlardır. Bu nedenle tüm girişimcilere ve yatırımcılara çağrım şu:
Çukurova Kalkınma Ajansı’nın ‘Yerel Kalkınma Hamlesi’ni mutlaka inceleyin. Fırsatlar bu kez yerelden yükseliyor.
Yüksek faiz, artan işçilik maliyetleri, enflasyonist baskı, nitelikli insan kaynağına erişimdeki güçlük ve hepsinden önemlisi belirsizlik...
Tüm bu unsurlar, Türkiye’yi maalesef yatırımdan hızla uzaklaştırıyor.
Tam da böyle bir dönemde, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı güçlü bir karşı hamle yaptı. Belki de tarihimizin en kapsamlı yerel kalkınma modelini ortaya koydu: Yerel Kalkınma Hamlesi.
Program, 26 Kalkınma Ajansı aracılığıyla tüm Türkiye’yi kapsıyor.
“Doğudan Batıya, Kuzeyden Güneye Topyekûn Kalkınma” vizyonuyla 81 ilde, her biri 4 başlık altında olmak üzere tam 324 yenilikçi yatırım desteklenecek.
Listedeki iller ve teşvik kapsamındaki sektörler incelendiğinde seçimlerin potansiyele, ihtiyaçlara, rekabetçiliğe ve sürdürülebilirliğe dayandığını görülebiliyor.
Bu yatırımlar sayesinde:
• Şehirlerin geliri artar mı? Evet.
• Türkiye’nin sanayi üretimindeki teknoloji oranı yükselir mi? Kesinlikle.
• 1.55 dolar olan ihracatın kilogram değeri 3 dolara çıkar mı? Neden olmasın.
• Türkiye dünya pazarlarında daha rekabetçi olur mu? Olur.
• İthal ikame ürünlerle tanıştırır, cari açığı kapatma çabasına katkı sağlar mı? Sağlar.
Peki, Çukurova bölgesinde hangi alanlara destek geliyor?
Adana’da:
• Teknolojik tarım makineleri
• Turunç ve meyve atıklarından katma değerli ürünler
• Sentetik taş kâğıt üretimi
• Tornalama ve frezeleme için kesici uç üretimi
Mersin’de:
• Meyve atıklarından yüksek katma değerli ürünler
• Tekne ve yat üretimi
• Bakliyattan katma değerli gıda
• Organik bebek ve çocuk maması üretimi, teşvik kapsamında.
Programın bir başka güçlü yönü ise dinamizmi:
Desteklenen 4 başlık her yıl bölgenin değişen ihtiyaçlarına göre güncellenebilecek.
Ve en cazip tarafı:
Yeni teşvik sistemi ciddi mali destekler sunuyor.
• Yatırım tutarının %15’i ve 240 milyon TL’ye kadar nakdi destek
• Ya da %20’si oranında faiz/kar payı desteği
• %50 yatırıma katkı oranı üzerinden vergi indirimi
• KDV istisnası, yatırım yeri tahsisi ve gümrük vergisi muafiyeti
Bu kadar güçlü bir paketin tek kusuru varsa, o da biraz geç kalınmış olması.
Eğer Türkiye'de yatırım ortamı daha öngörülebilir, siyasi atmosfer daha sakin ve yapısal reformlar tamamlanmış olsaydı, bu teşvik modeliyle sağlayacağımız büyüme dünyanın ilgisini çekerdi.
Devlet kimlikle değil, liyakatle yönetilir
İktidar ortağı bir partinin lideri “Cumhurbaşkanı yardımcısının biri Kürt, diğeri Alevi olsun” demiş.
Bu cümle aklı başında olduğunu kabul ettiğimiz biri tarafından bilinçli bir tercihle söylendiyse, mesele sadece kaygı değil, aynı zamanda büyük bir tehlikedir.
Atatürk’ün yurttaşlık anlayışında etnik ya da mezhepsel kimlikler değil, yalnızca vatandaşlık esastır.
Türk, Kürt, Laz ya da Alevi olmak bu ülkenin gerçeğidir, zenginliğidir.
Ancak devleti kimlik kotalarıyla yönetmeye kalkmak, toplumu ayrıştırmakla kalmaz; kimlik pazarlığını da beraberinde getirir.
Bu mantıkla Kürt vali için Alevi ve Türk vali yardımcıları aranır.
Genelkurmay Başkanı Türk olursa, Kara Kuvvetleri Komutanı Alevi, Hava Kuvvetleri Komutanı Kürt olsun denir.
Meslek odalarında Kürt kotası, STK'larda Alevi aranır.
Bir süre sonra her kurumda, her makamda kimlik temsiliyeti talep edilir hale gelir.
Ve belki en büyük bölünmeleri apartman yönetimlerinde yaşarız…
Bu anlayış, Türkiye’yi parçalara ayıracak sürecin hızlandırıcısıdır.
Partisinin ilk kelimesi "Milliyetçi" olan bir lider, Türkiye'yi Lübnan benzeri bir yapıya sürükleyecek bu öneriyi nasıl yapar?
Nereye gittiğimizin farkında mıyız?
Süpürge eğitimi alan çocuk
Hayatım boyunca bir kez olsun babamdan erken kalkamadım.
Güneş doğmadan uyandığımda bile o işe gitmiş olurdu.
Ya Annem?
Bir kez olsun miskin otururken görmedim.
Ya çamaşır ya bulaşık yıkıyor ya da avlu süpürüyordu.
Ya süt kaynatıyor ya reçel yapıyordu.
Dinlenmek için bir kenara oturduğunda da kazak örüyordu.
Ama hep üretiyordu.
Hayatı sevmenin, mutlu olmanın yolu üretmekten geçiyordu.
İlkokul 2. sınıfa geçtiğim yaz, babam beni dükkâna götürdü.
Elime çalı süpürgesi verdi. “Süpür,” dedi.
Toz kalktı, kulağımı çekti: “Su serpmeden süpürülmez,” dedi.
Ertesi gün su serptim.
Yine kulağımı çekti: “Çamur etmişsin,” dedi.
Üçüncü gün, süpürgeyi ıslatıp yavaş süpürmeyi öğrendim.
Sonra öğrendim:
Ekmek almayı, para üstü saymayı, karpuzun iyisini seçmeyi, kaynak yapmayı, aldığım bahşişleri biriktirmeyi...
Ve “Bereket versin” demeyi.
Okula döndüğümde artık başka bir çocuktum.
Çünkü, insanı emek, üretmek büyütüyordu.
Bugün karşıma şu çıktı:
“Çocuk zekâsı için NLP teknikleri”
“Ebeveynlere çocuk psikolojisi eğitimi”
Çocuğa “Sen yaparsın, sen bir dehasın” demekle olur mu?
Eline süpürge verip, toz kaldırmadan süpürmeyi öğretmedikten sonra?
Meyve ormanları kurmanın vakti geldi
Piknikte mangal kömürü neyle yakılır? Çam çırasıyla.
Şömineyi tutuşturmak için elimizin gittiği ilk şey ne? Yine o reçineli, kuru çam parçaları.
Çünkü çam, doğadaki en yanıcı ağaçlardan biridir.
Hiç tamamen yanmış bir elma bahçesi gördünüz mü?
Ya da bir kıvılcımla kül olmuş şeftali ağaçları?
Zor.
Çünkü meyve ağaçları nemlidir. Gövdeleri, yaprakları kolay tutuşmaz.
Ama çam öyle mi?
Reçineyle dolu gövdesi, yanıcı gazla dolu kozalaklarıyla âdeta doğa bombasıdır.
Kozalaklar yüksek ısıyla patlar, tohumlarını saçar, alevi yayar.
Yangınlarda bu mekanizma defalarca gözlemlendi.
Peki neden her dağa, her yamaca çam dikiyoruz?
Neden bu kadar yangına rağmen hâlâ ısrarla çam?
Oysa bu topraklar, bu iklim meyve ormanları için çok uygun.
Neden badem, fıstık, zeytin, keçiboynuzu, ceviz, nar dikmiyoruz?
Meyve ormanları sadece yangına dirençli değil…
Aynı zamanda kuşlara, arılara, yabani hayvanlara ve insana hayat verir.
Erozyonu önler, suyu tutar, havayı temizler.
Hem doğaya hem sofraya katkı sunar.
Hem doğa için hem ekonomi için ‘kazan kazan’.
Elbette keresteye de ihtiyaç var.
Ama sadece odun için mi orman kurulur?
İsrail de orman kuruyor. Ama zeytin ormanları…
Bir süreliğine çam dikmeye ara versek…
Kurt yese, kuş yese, biz yesek…
Toprak doysa, orman yaşasa, biz nefes alsak…
Nefes yerine soluklanma gerekiyor
Uzun yıllar finans sektöründe görev almış değerli arkadaşım Hakan Çalışkantürk’ün yazısını okudum.
Çıkmazdaki KOBİ’ler için TOBB ve KGF öncülüğünde hayata geçirilen ‘Nefes Kredisi’ni değerlendirmiş.
Yazıdan anladığımı baştan söyleyeyim:
İyi niyetli bir adım ama operasyon, tıpkı yanan ormanlarımızı söndürme çabamızla aynı. Dağ komple yanıyor, uçak 15 varil su döküyor.
Türkiye’de 3,7 milyon KOBİ var.
Bugüne kadar ‘Nefes Kredisi’nden yararlanan şirket sayısı 11 bin 900.
Takipteki kredilerin yüzde 115 arttığı bir dönemde, 1000 KOBİ’den sadece 3’ünün yararlandığı bir destek…
Son bir ayda her gün en az bir KOBİ temsilcisiyle konuşuyorum.
Neredeyse hepsinin kendi kendilerine yazdıkları reçete: küçülmek ve eleman çıkarmak.
İşler hiç iyi gitmiyor.
KOBİ’lere yüzde 37 faizle yeni kredi vermek, yüklerinin üzerine yeni yükler eklemek demek.
Bunun yerine, mevcut kredilerinin bir süre ödemesiz, düşük faizli, uzun vadeli yapılandırması sağlanmalı.
Yani, ‘Nefes’ yerine ‘Soluklandırma’.
Orman tamamen kül olmadan.
Toprağa gübre olabilen poşet
Biliyorum, bayiye gidip basılı gazete alan sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor.
Ben onlardan biri bile değilim. Ben de bayiye gidip gazete almıyorum. Ama birkaç gazetenin abonesi olduğum için ofisime geliyor.
Ekonomi gazetesi bunlardan biri.
Bu sabah kapıdan alırken Ekonomi, poşet içerisindeydi.
Poşet dediysem, bildiğimiz plastiklerden değil.
Mısır nişastasından elde edilen biyobozunur bir torba...
Dokununca ipeksi bir his veriyor. Sapasağlam.
Gazeteyi çıkardıktan sonra torbayı atmaya kıyamadım.
Saksıda bir ıtırım var. Rahmetli annemin yadigârı…
Torbayı hafifçe toprağına gömdüm.
Sulayacağım, güneş görecek.
180 gün sonra eriyip gidecek.
Üstelik ıtırıma gübre olacak.
Peki bu biyobozunur torbayı kim üretmiş olabilir?
Tabii ki gururumuz: Sunar NP.
Çukurova çiftçisinin dostu Sunar Yatırım’ın şirketleri, mısırdan toplamda 100’e yakın ürün elde ediyor.
Bu ürünlerin bir kısmı yerli üretimin ara ya da hammaddesi olarak ithalatı önlüyor.
Bir kısmı ise ihraç edilerek Türkiye’ye döviz kazandırıyor.
Ama aralarında en anlamlısı, Sunar NP’nin nişastadan ürettiği biyoplastik.
Plastiğe ikame olmasıyla çevre dostu…
Petrol bağımlısı bir ülkenin, kendi mısırından elde ettiği biyoplastik...
Bugün Ekonomi gazetesi görevini yaptı.
Bu ürünü Türkiye’ye tanıttı.
Peki, biz ne yapabiliriz?
Marketimizden ısrarla bu poşeti isteyebiliriz.
Sunar NP’nin hammaddesinden elde edilen tek kullanımlık çatal, kaşık ve pipeti tercih edebiliriz.
Peki, ekonomi yönetimi ne yapabilir?
Poşet başta olmak üzere bu hammaddeden üretilen her üründe vergiyi sıfırlayabilir.
Bu fotoğrafa çok dikkatli bakın
Bir felaketle karşı karşıyayız.
Masanın üzerinde üç ayçiçeği tablası var.
İlkini yetiştiren çiftçi, dekar başına 75 kilo ürün aldı.
İkincisini üreten 125 kilo, üçüncüsünün üreticisi ise 425 kilo verim elde etti.
Tohum aynıydı. Toprak aynıydı. İklim aynıydı.
Peki, bu uçurum fark nasıl oluştu?
İlki, susuz tarlanın mahsulü.
İkincisi, çok az sulanabilmiş bir tarladan.
Üçüncüsü ise düzenli sulama yapılan arazide yetişti.
İklim değişikliği, Türkiye’nin en verimli ovası Çukurova’yı kasıp kavurmaya başladı.
Barajlardaki su seviyesi, tüm yılların en alt düzeyinde.
Seyhan, Berdan ve Ceyhan nehirleri etkin değerlendirilemediği için hâlâ denize akıyor.
Yıl 2025.
Kapalı basınçlı sulama sistemi hâlâ hayata geçirilmemiş bir Çukurova’yla baş başayız.
1960’lı yıllardan kalma kırık dökük beton kanaletlerle yapılan vahşi sulama sürüyor.
Dörtte biri kanallarda buharlaşarak kaybolan su…
Yeterli drenaj çalışması yapılmadığı için günden güne çoraklaşan topraklar…
Sulanabilir tarım arazilerinin yarısını bile suyla buluşturamayan bir Adana…
Aç kalacağız diyorum.
Paramız olsa da gıdaya ulaşamayacağız diyorum.
Ama anlaşılmıyor.
Bugün Adana Ticaret Borsası Başkanı Şahin Bilgiç, Adana Güçbirliği Vakfı Başkanı Burhan Kavak ve Başkan Yardımcısı İhsan Oğuz Beyarslan, bir kez daha Tarım ve Orman Bakanlığı’na çağrıda bulundu:
“Çukurova’nın tarımsal sulama projelerine kaynak aktarın!”
Bu çağrıya bugün, yarın olumlu yanıt verilmezse, gelecek felaket olabilir.
YORUMLAR