DSİ’nin Çukurova’da 3 bin kilometrelik sulama kanalı var. Hani şu her yıl onlarca çocuğun yüzmek isterken boğulduğu kanallar… Bu kanallar girişimcilere ihaleyle tahsis edilsin. Üzerleri güneş enerjisi panelleriyle kaplasın, enerji üretilsin.
Kuraklık sadece bu yıla mahsus olmayacak.
Bundan sonra her yıl şiddeti artacak.
Bu yıl meyveye ulaşamadık.
Seneye sebzeye…
Bir sonraki yıl bakliyata…
Bir damla suya hasret kalacağız.
İşin şakası kalmadı.
Ekonomi yönetimi, Çukurova’ya kapalı basınçlı tarımsal sulama yatırımı yapmak yerine, Adana’da hâlihazırda para kazandıran havalimanını işlevsiz hale getirip; 40 kilometre ötesine, tam da tarım topraklarının bağrına, 700 milyar avroluk yeni bir havalimanı yapmayı tercih etti.
Bir proje öneriyorum.
Devletin tek kuruş harcamasına gerek yok.
DSİ’nin Çukurova’da 3 bin kilometrelik sulama kanalı var.
Hani şu her yıl onlarca çocuğun yüzmek isterken boğulduğu kanallar…
Bu kanallar girişimcilere ihaleyle tahsis edilsin.
Üzerleri güneş enerjisi panelleriyle kaplasın, enerji üretilsin.
Bu yatırım yapılınca:
· Kanaletler çitlerle çevrilecek, çocuklar artık suya giremeyecek.
· Paneller sayesinde buharlaşmadan kaynaklı %20’lik su kaybı önlenecek.
· Buharlaşma azalacağı için nem oranı düşecek, yaz sıcağı daha az hissedilecek.
· Tarımda ilaç ihtiyacı azalacak.
· Verimlilik, dolayısıyla kazanç artacak.
· Çocuklar boğulmayacak.
Mersin’den uçmaya alıştık. Ama konu bu kez daha önemli. Geleceğimiz söz konusu.
İş işten geçmesin.
Yapmış olmak için yapılmış müze!
Eskişehir Odunpazarı'ndaki 'Cumhuriyet Tarihi Müzesi'ni merak ettim.
1916 yılında okul olarak inşa edilen, sonrasında birçok kamu kuruluşuna ev sahipliği yapmış bu tarihi bina müzeye dönüştürülmüş. Müzenin, bünyesinde “Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi” bölümü bulunan bir üniversitenin himayesinde olması, beklentimi yükseltmişti.
Cumhuriyet’e giden yolda atılan adımlar neydi?
Kimler destek verdi, kimler karşı çıktı?
O yılların Meclis tutanakları, basındaki tartışmalar, halkın Cumhuriyet’in ilanına tepkisi... Tüm bunları ve daha fazlasını görmeyi umuyordum.
Ama ne yazık ki...
Kurtuluş sürecindeki örgütlenmeler bölümünde, Mustafa Kemal’in bizzat katıldığı; delegelere henüz Cumhuriyet ilan edilmeden üç yıl önce seçim yaptırdığı, Güney Cephesi’nin ele alındığı Pozantı Kongresi'ne dair tek bir satır bile yoktu.
Yeni, ilgi çekici, bilinmeyen, perde arkasında kalan hiçbir detay yok.
Ziyaretçiye “İyi ki gezdim, yeni şeyler öğrendim” dedirtmeyen bir müze.
Yapmış olmak için yapılmış.
Koskoca Anadolu Üniversitesi, lise birinci sınıf İnkılap Tarihi kitabından derlenmiş bilgilerle duvarları yazı ve fotoğraflarla donatmış.
Batı Cephesi’nin en stratejik şehirlerinden biri olan Eskişehir’in; Cumhuriyet’le, Atatürk’le ilişkilendirilebilecek onlarca kritik olayı müzede yer almıyor.
Atatürk, annesi Zübeyde Hanım’ın vefat haberini Eskişehir’de aldı.
İzmir’den çekilen o telgraf bile konulmamış.
Ve daha önemlisi: Annesinin ölümüne rağmen neden İzmir’e gidip cenazeye katılmak yerine Eskişehir’deki temaslarına devam ettiğini açıklayan tek bir bilgi yok.
İçeriği zayıf bir müze.
Bilmeyerek yapılmışsa bir, bilerek yapılmışsa iki kere üzüleceğimiz bir Cumhuriyet Tarihi Müzesi...
Yapmış olmak için yapılan işlerle, Türkiye Cumhuriyeti nasıl gelişir ki?
Bursa’ya Somuncu Baba duası
Yıl 1399’du.
Tahtta Yıldırım Bayezid vardı.
Niğbolu Zaferi’ni kazanmıştı. Bunun nişanesi olarak, “Bursa’ya bir cami yapıla,” demişti.
İhtişamlı bir cami yapıldı. 12 sütun üzerine oturtulan, 20 kubbeli, 3 bin metrekarelik caminin açılışı bir Cuma namazına denk getirildi.
Yıldırım Bayezid de cemaat arasındaydı. Herkes, ilk hutbeyi Osmanlı’nın ilk şeyhülislamı Molla Fenari’nin vereceğini düşünüyordu.
Molla Fenari, Emir Sultan’la yan yana oturan padişaha döndü:
“Aramızda, benden daha yüksek ilim sahibi, zamanımızın kutbu buradayken benim vaaz vermem uygun olmaz,” dedi.
Gözleriyle büyük büyük dedem Somuncu Baba’yı işaret etti.
Cemaat şaşkındı. İşaret edilen kişi, cami inşaatında çalışanlara somun ikram eden, maneviyatlarını artıran sohbetler eden adamdı.
Acaba vaazda ne anlatacaktı?
Somuncu Baba kürsüye çıktı. Fatiha Suresi’nin anlamını anlattı.
Sonra aynı surenin ayetlerini farklı bir bakışla bir daha yorumladı. Cemaat hayret içindeydi.
Sonra bir daha... bir daha...
Fatiha’nın yedi farklı yorumunu dinleyen padişah ve cemaat mest olmuştu.
Hepsi Somuncu Baba ile cami çıkışında görüşmek istiyordu.
O dönem dört kapısı bulunan Ulu Cami’nin her kapısında Somuncu Baba, cemaatle sarıldı, hasbihal etti.
Ancak şöhreti sevmeyen Somuncu Baba, “Sırrım faş oldu,” diyerek Bursa’daki fırınını kapatıp yola düştü.
Bursa çıkışında bir çınar ağacının altında durdu, ellerini semaya açtı:
"Allah’ım, bu şehri kıyamete kadar yeşil bırak,” diye dua etti.
O günden bugüne ne yangınlar ne kuraklık, Bursa’nın yeşil kalmasına mani olamadı.
Çınarlar, Osmanlı gibi kök saldı, göğe ulaştı.
Somuncu Baba, Bursa’dan ayrıldı ve ömrünün sonuna dek Darende’de kaldı.
Bursa Ulu Cami’yi bu hâlet-i rûhiye ile dolaştım.
Dedem Somuncu Baba’ya hafif bir sitemle, içimden Bursa’nın yeşil kalmasına dua ederken, araya ‘Bu millete kıyamete kadar akıl ve ahlak ver’ diyemez miydin?' dedim.
Bozulmayan Bursa…
Bir Ahmet Hamdi Tanpınar değilim elbet.
Bursa’yı 'Beş Şehir'indeki gibi anlatamam.
Hoş, Tanpınar bugün gezse bu şehri,
"Burada mimariyle tabiat anlaşmış," der miydi hiç?..
Mahvetmişiz Bursa’yı da…
Daha 25 yıl öncesine kadar şehrin neresinden baksan görebileceğin Ulu Cami'nin silueti, şimdi çok katlı beton binaların gölgesinde.
Ben yine de 'bozulmayan Bursa’yı' yazayım:
Dostum, Bursa ekonomi gazeteciliğinin saygın ismi Kenan Sertalp’i...
Ezanların hala birbirine karıştığı eski Bursa’yı...
Çınarı, yeşili, huzuru, sükûnu...
Bir tabak İskender Kebabı, bir bardak şırayı, bir kâse manda yoğurdunu...
Liderlere ders olur mu?
Ot çekilip köküne bakılıyor mu?
İş, gerçekten ehline teslim ediliyor mu?
Doğayı sevdiğine, hayvana değer verdiğine inanılıyor mu?
Bugüne kadarki yaşamında duruşu omurgalı mı?
Değerleri var mı?
Şimdiye kadar neler başarmış?
Kaç kitap okumuş, kaç sergi gezmiş?
Yoksa en çok para veren aday adayı mı olmuş?
Siyasi partilerin Özlem Çerçioğlu hadisesinden ders çıkarmalarını umuyorum.
Nostaljiye bakın!
1945’in sonlarıydı.
Celâl Bayar, parti kuracağını açıkladı.
İnönü, onu Çankaya Köşkü’ne çağırdı.
7 Ocak 1946’da Demokrat Parti kuruldu.
Aynı günlerde matbuat hareketlendi.
Memlekete pırıl pırıl ithal kâğıtlar doldu.
Amerika aşkımızın başladığı yıllardı.
“Amerikalı demek, her yönden tam medeni olgun bir insan demektir” cümlesiyle başlayıp, “Türk-Amerikan dostluğu dünya sulhunun garantisidir” diye biten kitaplar basıldı, ülkenin dört bir yanına dağıtıldı.
ABD’yi çılgınca alkışlayan yazarlar, gazeteciler peyda oldu.
Demokrat Parti’ye göz kırptılar; büyük paralar kazanıp basının en güçlü patron ve yöneticileri oldular.
Ülkeyi İkinci Dünya Savaşı’na bulaştırmadan getiren İsmet İnönü, Varlık Vergisi ve Toprak Kanunu gibi uygulamalarla eleştirilirken; Demokrat Parti liberalizm ve daha fazla özgürlük vadediyordu.
ABD desteğini arkasına alan matbuat kazandı.
“Yeter, söz milletin!” dendi.
Adnan Menderes Başbakan, Celâl Bayar Cumhurbaşkanı oldu.
Ve işte… 1946’da basılan o kitaplardan birini okuyorum: Amerikalıları Tanıyalım (Bir Vicdan Borcu).
Dil, kurgu çok komik. Ama gülemiyorum.
Bana vergi rekortmenlerini söyle…
Gelir İdaresi Başkanlığı’nın bugün açıkladığı 2024 Kurumlar Vergisi rekortmenleri listesine bakıyorum.
Şirketlerimiz ne kazanmış, hangi üretimleriyle rekortmen olmuşlar?
İlk üç sırayı hemen söyleyeyim:
Garanti Bankası, Ziraat Bankası ve Kuveyt Türk Katılım Bankası.
Koca ülke, adeta bankaların kâr etmesi için çalışmış.
Üstelik sadece ilk üç değil…
Listede 20 banka, 20 sigorta şirketi var.
İlk 100 şirketin 32’si ise adını açıklamayı tercih etmemiş.
Neden?
Utanıyorlar mı?
“Adımız çıkarsa hayır kurumlarının talepleri artar” mı diyorlar?
Yoksa “nazar değer” diye mi düşünüyorlar?
Bilmiyoruz.
Ama adını açıklayan şirketlerden oluşan tabloda;
· Kazançlar bankacılık, sigortacılık, madencilikten geliyor.
· Sanırım son yıllarda tavuğu fazla tüketiyoruz; birkaç tavuk firması listede.
· Çok hasta oluyoruz ki ilaç şirketleri var.
· Kafamız iyi değil: alkol ve tütün firmaları da orada.
· Ve tabii, tanıdık üç-beş inşaat şirketi…
Peki teknoloji yoğun üretim?
Bir elin parmağını geçmiyor.
Listede “Bu ürünü Türkiye’de bu şirketten almazsam başka hiçbir yerde bulamam” dedirtecek bir firmamız hâlâ yok.
Bu liste bize çok şey söylüyor:
· Aklınızı başınıza alın diyor.
· Böyle gitmez diyor.
· Ekonomi sadece para politikalarıyla düzelmez, üretim şart diyor.
· Daha fazla üretin, daha nitelikli üretin diyor.
· “Bilimden, ahlaktan, liyakatten uzaklaştınız” diye haykırıyor.
Bir karşılaştırma yapayım, belki ne söylemek istediğim daha iyi anlaşılır.
Güney Kore’nin vergi rekortmenleri listesinin ilk sıralarında kimler var?
· Samsung Group (Elektronik)
· Hyundai Motor (Otomotiv)
· LG Group (Elektronik)
· SK Hynix (Yarı iletken ve bellek çözümleri)
· Posco (Çelik ve gemi üretimi)
Başka sözüm yok.
Adana ekonomisi için tarihi karar
Cumhurbaşkanı Erdoğan, SASA’nın Yumurtalık’ta gerçekleştirmeyi planladığı yatırım yerinin tahsisini onayladı. Resmi Gazete’de yayınlanan karar, SASA’ya 25 milyar dolarlık yatırımın önünü açma imkanı verdi.
Paraksilen, propan, etilen gibi cari açığımızı yükselten ürünler Adana’da üretilecek.
Rafineri ve limanı da içerecek yatırıma SASA zaten uzun bir süredir çalıştığı için temelin 2026’da atılması bekleniyor.
Daha önce Çalık Holding’e tahsis edilen ancak yatırım gerçekleşmediği için tahsis süresi dolan bu arazinin SASA’ya verilme kararı sadece yatırımcı şirketi değil Adana’yı hayli hareketli bir sürece yöneltecek.
SASA Yönetim Kurulu Üyesi ve CEO’su Mehmet Şeker’le konuştum.
Detaylarını Esra Özden'in de bulunduğu bir ziyaretimizde harita üzerinden bizlere anlatan Şeker, yatırıma rafineri ve liman yatırımıyla başlayacaklarını söyledi.
Dev yatırımın kaynağı konusunda kendi öz kaynaklarının yanı sıra uluslararası finans şirketlerinin, devletlerin sunduğu teklifleri değerlendireceklerini anlattı.
Önceki şirketin tahsis süreci biter bitmez kararı aldıran Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, böylesi bir konjonktürde yatırım ısrarını sürdürdükleri için Erdemoğlu Holding Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Erdemoğlu’na ve Adana’ya güvenen SASA yönetimindeki karar vericilere teşekkür ediyorum.
16 Ağustos 2025’i yazın bir tarafa.
Balıkesir’de öğretmenimi ziyaret ettim
Sadece eczanelerde olmaz ilaç...
Öğretmen dizinin dibi de ilaçtır.
Koçluğuyla yaşamıma değer katan Murat Saçkırk öğretmenimi Balıkesir'de evinde ziyaret ettim.
36 yıl önceyi yad ettik.
Sözleştik. Güzel eşiyle birlikte Toroslar'a gelecek.
Sonra Yaşar Kemal'in Çukurova'sını dolaşacağız.
Ardından motorları Akdeniz'e, maviliklere süreceğiz.
Sulandırılan yarışma
Dünyanın birçok ülkesinde ciddiyetle izlenen bir yarışma…
Bizde?
Dün akşam ATV’de Günay Teyze yarıştı.
Basit sorular, bol bol yardım, nihayetinde açtırılan 1 milyonluk soru…
Yarışma değil, dramatik kurgu!
Birine yardım etmekse amaç, bir yığın yol var.
Ama uluslararası bir formatı “bizim usule” çevirmek nedir?
Biz her şeyi sulandırmak zorunda mıyız?
Bir başka endişem daha var.
Ya sulandırma çabasından daha vahim bir durum varsa?
Yani en iyi okullarda eğitim alanlar zor sorularla eleniyor, diğerlerine kolay sorularla destek olunuyor, eğitim, bilim aşağılanmaya çalışılıyorsa?...
YORUMLAR